dc.description.abstract | Değişen dünya ekonomi sistemi içerisinde artık işverenler işçi istihdam ederken hem daha verimli ve eksiksiz iş yapmış olmak adına, hem de daha ekonomik olduğundan işin bir kısmını, devredilen iş açısından uzman bir başka işverene yaptırmaya başlamışlardır. İşte bu ?bir başka işveren? artık günümüzde, dilimize alt işveren olarak yerleşmiş olan kurumdur. İşin alt işverene devrinde daha iyi iş çıkartmak ve bu işi ucuza mal etmek duygusunun yanı sıra daha az sorumluluk doğuran ve her alanda daha kolay ve nitelikli istihdam anlayışı da rol oynamaktadır. Yine alt işverenlik kurumunun bu denli gelişmesindeki bizce en büyük etmenlerden bir diğeri ise işverenlerin, İş Hukukunun ve Sosyal Güvenlik Hukukunun işverenlere yüklediği sorumluluklardan kurtulmak istemeleridir. İşverenlerin işçiler arasındaki örgütlenme bilincini kırarak sendikasızlaştırmaya çalışma amacı da büyük bir rol oynamıştır. Ülkemizde ilk uygulanma anından bugüne kadar sürekli problem yaratan asıl işveren-alt işveren ilişkisi kanun koyucular tarafından defalarca düzenlenmiştir. 1475 sayılı Kanun döneminde sadece asıl işverenin, alt işverenle birlikte sorumluluğu dikkate alınmış ve bu husus düzenlemeye konu olmuştur. Bu düzenleme yeterli gelmemiş ve 4857 sayılı Kanun ile bu konu biraz daha kapsamlı incelenmiştir. 4857 sayılı Kanun ile alt işverenin tanımı, muvazaalı işçi çalıştırılması halinde uygulanacak müeyyideler düzenlenmeye çalışılmıştır. Bu düzenlemeyle birlikte, işçilerini sadece bir başka işverenin yardımcı işlerinde ya da bir başka işverenin asıl işinin bir bölümünde istihdam eden işverenin alt işveren olduğu kabul edilmiştir. Alt işverenin varlığının kabulü için 4857 sayılı İş Kanunu ile getirilen bir diğer kıstas ise işletmenin ve işin gereği, teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işlerin varlığı halinde, bu alanların alt işverene devri mümkün olacaktır. Yine 4857 sayılı Kanun ile alt işverenin yanında asıl işverenin işçilerinin çalışması, daha öncesinde asıl işverenin çalışanı olan bir işçi ile alt işveren ilişkisinin kurulması da yasaklanmıştır. Bu yasaklamanın yaptırımı olarak ise muvazaa düzenlenmiş ve bu hallerde alt işveren ilişkisinin başından itibaren muvazaalı kabul edilmiştir. Muvazaanın asıl işveren yönünden en kötü sonucu ise, alt işveren işçileri muvazaanın kabulü ile birlikte başlangıçtan itibaren asıl işverenin işçisi sayılmaktadır. Muvazaanın, bu kadar kesin çizgilerle belirlenmesi doktrinde çok eleştirilmiştir. Sebep olarak da, kanunda sayılan bütün nedenler var olmasına rağmen aslında gerçek bir alt işveren - asıl işveren ilişkisinin kurulmuş olma ihtimalidir. Ülkemizde alt işverenlik kurumunu daha çok, sermayesi daha az olan işverenler yürüttüğünden, uygulamada birçok defa alt işverenin iflası ya da kötü niyetli olması hallerinde, işçiler mağdur edilmiş ve emeklerinin karşılığını alamamışladır. Bu nedenle de kanunlarda daha çok işçiyi koruyan düzenlemelere yer verilmiştir. İşçilerin alacaklarına kavuşamama ihtimalini ortadan kaldırmak için düzenlemeye giden kanun koyucular, asıl işvereni, alt işveren işçilerine karşı o işyeri ilgili olarak, İş Kanunundan, iş sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerinden alt işveren ile müteselsilen sorumlu tutmuşlardır. Böylece işçi, zarara uğraması halinde asıl işverene veya alt işverene yalnız başvurabileceği gibi her ikisine birden aynı anda başvurma hakkına da sahip olmuştur. 27.09.2008 tarihli ve 27010 Sayılı Alt İşverenlik Yönetmeliği ile birlikte ise asıl işveren-alt işveren uygulamasına yeni bir boyut kazandırılarak, işçiye tam güvence verilmeye çalışılmıştır. Fakat hem işçi ve işçi hakları savunucuları, hem de işveren ve işveren hakları savunucuları tarafından çok eleştirilen iptal davasına konu edilen bu yönetmelik bizce de esaslı bir değişikliğe mahkumdur. Yönetmelik henüz çok yeni olup, ne işveren, ne de işçi cephesi açısından beklenen yararı taşımamaktadır. Özellikle bugüne kadar yargı yolu ile çözülmeye çalışılan, hizmet tespiti ve muvazaa hallerinde işçinin kimin işçisi sayılacağının tespiti konusunda ilk yetki mahkemelerden alınarak, iş müfettişlerine devredilmiştir. İş müfettişlerince düzenlenecek rapora karşı yargıya müracaat ederek dava ikame edebilme hakkı tanıyan kanun koyucu böylece bizce zaten uzun ve hantal olan yargılama sürecine birde müfettiş incelemesini eklemiştir. Düzenlenen raporun her halükarda işçi ya da işveren taraflarından birinin aleyhine olacağından mutlak bir yargı yolu görünmektedir. Bu nedenle usul ekonomisi açısından isabetli bir düzenleme olmamıştır. Yine yönetmelik ile, İş Kanunu ile düzenlenmemiş konularda düzenleme yapılmış ve sözleşme serbestisi ihlal edilmiştir. | en_US |